İZMİR ÇANAKKALE 2019 / 185 NM KANO/ SEAKAYAK






İzmir, Karşıyaka’dan başladığımız yolculuğumuz yaklaşık 185 Nm (342 km) kürek çektikten sonra Eceabat’ın
“Dur Yolcu, Bilmeden Gelip Bastığın Bu Toprak,
Bir Devrin Batığı Yerdir.” yazısını okuduğumuz noktasında sona erdi.

Yolu geçtiğimiz yıla kıyasla daha zorlu şartlarda tamamladık. Bir türlü ısınmayan hava, önümüzde yükselen dalgalar, ıslaklığımız üzerine esen soğuk ve güçlü rüzgar... Fakat şu on güne aylar sığdırdık. Farkındalık amacıyla çıktığımız yolda unuttuğumuz, bilmediğimiz bir çok şeyin farkına biz kendimiz vardık. Bize büyük heyecan veren bu sürece sizleri de dahil etmeye çalıştık.

Tavşan Adası’nda pes etmemeyi, Babakale’de akılla
her zorun üstesinden gelebileceğimizi, uğradığımız balıkçı barınaklarında karşılıksız görülen bir iyiliğin paha biçilemezliğini, çok acıktığımız zaman kuru ekmeğin bile ne kadar lezzetli olduğunu, üşüdüğümüz zaman soba başında sunulan bir sıcak çayın ne kadar keyifli olduğunu hatırladık.
Bitmez dediğimiz yolların sabırla bitebildiğini, aslında iki kişi değil, bizi takip eden ve ağırlayan dostlarla birlikte yol aldığımızı, bu yolun bize ömürlük dostlar kazandırdığını ve dostluklarımızı pekiştirdiğini farkettik. Yol boyunca uğradığımız yerlerin yerel yönetimleri tarafından takdir edilmenin gururunu, yaptığımız söyleşiler ve sunumlarla kendimizi ifade edebilmenin mutluluğunu yaşadık.

Yaşadığımız topraklara ve bu toprağın insanlarına
tekrar hayran olduk...
Ne geçmişimizi, ne de bu yolun bize kattıklarını
unutmamız mümkün değil.

Siz de bizi unutmayın.
Nasıl unuturuz...
13 nisanda 2019”da çıktığımız yolculuk,
aslında 18 nisan 2015’te çıktığımız yolculuktur.

Her şey 2014 yılında 2 Türk ve 1 Avustralya’lının uzun bir uçak yolculuğunda yan yana oturması ile başladı.
Bu iki millet yanyana gelince konu ister istemez;
1915 Gelibolu oldu.

2015 yılı ise; Çanakkale deniz ve kara zaferlerimizin,
100. yıldönümüydü. “Asla Unutmayan” her Avustralya’lı veya Yeni Zellanda’lı için “Ulus” olduklarını anladıkları bu toprakları ziyaret,en büyük arzuydu.

Dağlarca der ki;
Yeni Türkiye’nin önsözü Çanakkale Savaşları’dır.

İşte biz böyle çıktık yola.
Savaşsız bir dünya,
Saygı duymak ve Unutmamak için.
Uzun bir kışın ardından, baharı müjdeleyen bir günde tekrar yola çıktık.

Geleceğin denizcileri ile hikayemizi paylaştığımız söyleşinin ardından meraklı minklerin “ben buna nasıl sığarım”, “bunun içinde uyuyabiliyor musunuz” gibi güzel sorularını cevaplandırdık.

Karşıyaka’nın yeni Belediye Başkanı
Sayın Cemil Turgay’ın da bir sürpriz yaparak
bizi yolcu etmeye gelmesi günümüzü güzelleştirdi.

Arkamızdan el sallayan güzel dostlar,
bize eşlik eden minik Yelkenciler ve cesaret veren alkışlarla uğurlandık. Bizi her zamanki gibi dostça ağırlayan ve sevgiyle yolcu eden Karşıyaka Spor Kulübü, Yelken Şubesi’ne teşekkürlerimizle...
Bugün 14:00 çıktığımız yolculuğu, 14 nm
(26 km) kürek çektikten sonra Gediz Deltası’nın bitmesine yakın bir kumsalda saat 20:30 da bitirdik. Lodos esintisinin hakim olduğu havada, saatte ortalama 2,5 ila 3 deniz mili yol aldık. Yosun yığınlarının gerisine kurduğumuz çadırdan dalgaların sesini, esen rüzgarla çadırımıza vuran kum tanelerini, Sasalı’yı cennet yapan kuşların sohbetini dinliyoruz...

Sabah gün doğarken ağ atan teknelerin pancar motorlarının sesiyle tertemiz bir havayı içimize
doldurarak uyandık.

Sıcak bir havada ve durgun bir suda bir miktar ilerledikten sonra kahvaltı molamızı sadece kuşların uğradığı bir kum bantında verdik. Kum diye bastığımız yerin aslında milyonlarca minik deniz minaresi ve kabuğundan ibaret olduğunu çıtırtılarından anladık. İlerleyen saatlerde artan rüzgara rağmen 6 saat boyunca 15 deniz mili (28 km) kürek çektikten sonra saat 15:00 de Eski Foça’ya ulaştık.

Bu yolculuklar bize dünyada sadece insanların yaşamadığını her seferinde tekrar hatırlatıyor. Upuzun ayakları üzerinde, yanıbaşımızda yürüyen flamingolar, abartılı gagaları ve iri vücutlarıyla gemi gibi gezen pelikanlar, birarada yaşamayı başarabilmiş çeşit çeşit kuşlar, gün boyunca önümüzde atlayan balıklar, kıyıdan bizi izleyen o iki meraklı tilki... Tabiat özgür bırakıldığı yeri cennete çeviriyor...

Foça’ya minik Yelkenciler eşliğinde alkışlarla girdik...
Foça Belediyesi’nin değerli üyeleri tarafında çiçeklerle karşılandık. Ayağımızın tozuyla söyleşiye başlayıp, hikayemizi miniklere anlattık. Her biri birbirinden güzel sorularını cevapladık... Foça Belediyesi ve Foça Yelken İhtisas Kulübün’ün bizi onore ettiği kadar da mahçup eden ağırlamasıyla önümüzdeki günlerin zor geçişleri için gereken enerjiyi burada topladık.
Bu vesileyle Foça Belediye Başkanı Sayın Fatih Gürbüz ve onun değerli Meclis üyelerine, denizciye ve spora verdikleri değeri gösteren ilgilerinden dolayı teşekkürlerimizle...

Efsaneye göre Foça’da kimsenin bilmediği yerde kara bir taş varmış. Foça'da nerede olduğu bilinmeyen bu karataş'a basanın basireti bağlanır ve içinde bir yerlerde Foça'ya yerleşme ve hep burada olma isteğini bulurmuş.

  Yolu nereye giderse gitsin, karataş'a basan kişi bir gün mutlaka geri dönermiş. Bizim için karataşa basmak,
Foça Yelken İhtisas Kulübü’yle, onun minik yelkencileri ve o kulübü bu gününe taşıyan kadirşinas, değerli yöneticileriyle tanışmak oldu... Bu yolculuğun en güzel yönlerinden biri, bize kazandırdığı güzel dostluklar...
“Bizi Unutma” sloganıyla çıktığımız bu yolculukta bilin ki biz sizi hiç unutmayacağız...

Foça’dan 07:00’de küreklerimiz suya değdi. Mitolojik siren kayalıklarını uyandırmayıp, büyülü fısıltılarını duymamak için küreklerimizden su bile damlatmadık. Eski Foçayı ve oranın güzel insanlarını geride bıraktık O kaya, bu ada derken kuzey burnunda başlayan rüzgar küreklerimizi ağırlaştırdığı gibi hızımızı da yarıya indirdi.
Kimi zaman hızımızın 1 deniz miline düşmesine rağmen toplam 20 Nm (37 km) kürek çektik.
Yüzlerce Martı ve arada bir çıkıp bizi meraklı gözlerle izleyen kocaman tavşanlarla birlikte rüzgarın sarstığı çadırımızın içinde dinlenmeye çekildik.

Aliağa’nın ortasındaki Tavşan adası neredeyse bizim için “tavşan adası geçilmez” olacaktı diyebilirim. Dün 18:00 civarı mola vermeden devam edeceğimiz adanın doğusunda sert rüzgarla mücadele edip, kuzey noktada geçiş pozisyonu aldığımızda, durmadan geldiğimiz 6 nm yorgunluğu ve önümüzdeki diğer 6 nm daha da zor havada gerçekleşecek olması ve karanlığa kalacak olması nedeni ile güneydeki koya kamp için sığındık.



Dinlenmeye çekilirken, Yarınki havanın 15 nm üzerinde sancak baş omuzdan eseceğini bildiğimiz için düşünceliydik. Sabaha kadar esen rüzgarı test için saat 11:00 gibi denize açıldık.
Bu sefer; batı kısmında 1 nm bir seyir sonrası, kabaran beyaz dalgalarda saatte 1.5 nm hızımız ile yaklaşık 4 saat gemi trafikli bir geçiş yolunda risk oluşturmamak adına geri dönmeye karar verdik. Kürek bile çekmeden 3.5 nm hızla adaya dönüşümüz hızlı oldu. Bizi gören tavşan ve martılarda mutsuzdu. Adadan çıkamıyorduk ve bir sonraki güne kalacaktık. Taki saat 15:00’de doğu kısmından tekrar deneyene kadar...

Dün ve bugün deneyip geri döndüğümüz yarım kalan Aliağa geçişini bir gün sonraya bırakma kararı almış, güney açıkta köpüren dalgaları izliyor ve çadırı tekrar kurmaya hazırlanıyorduk. Yarınki güzel havada tamamlamayı planladığımız uzun Çandarlı geçişini yapamayacak olmanın bizi planın gerisine atacak olması da moralimizi biraz bozmuştu.

Rüzgarın iki saatliğine de olsa küçük bir miktar azalacak olmasından dolayı aldığımız ani bir kararla saat 15:00’de doğudan çıkışlı son bir deneme daha yaptık. Seyrimize göre sancak baş omuzdan gelen yüksek dalgaların üzerinden atlayarak ortalama 3 nm gibi tatmin edici bir hızla 6,5 nm’lik geçişi başlattık. Yolun tam yarısında yekemin kopup boşalmasına rağmen yolu tamamladık. Karşı kıyıya ulaştıktan sonra, İlker, düşen yekemi tamir etti ve karşımızdan gelen yüksek dalgalarla oynayarak ve toplam 13,7 nm kürek çekerek gün battığı sırada Bademli koyuna kadar geldik.

Artık Midilli göründü...

Çadırımızı kurduk. Dışarıdaki hava buz gibi esiyor...
Fakat görevi tamamlamanın huzuru anlatılmaz.
Çadırımızı bizimle paylamak isteyen çekirgeyi doğaya bıraktık. Bu sefer uykuya uzaktan gelen kurbağa sesleri eşliğinde geçiyoruz...


Bademli Koyu’nda aşırı nem ve soğuk bir araya gelince gece zor geçti. Gece kurusun diye astığımız
her şey sabah sırılsıklam olmuştu.

İkinci uzun geçişimiz olan Çandarlı koyu geçişini başlattık. Bize sıkça “hiç köpekbalığı ile karşılaştınız mı?” sorusu gelir. Evet bu sefer karşılaştık işte.
Durgun suda oluşan çizginin ne olduğunu anlamaya çalışırken önce yüzgeci, etrafımızda bir yarım daire çizerken de kuyruğu belirdi ve ortadan kayboldu...

Bugünün macerasının sadece bundan ibaret olmasını beklerken yanıldık. Çandarlı geçişinin ilk yarısını Altınova Fener Burnunda tamamladıktan sonra hava esmeye başladı. Sarımsaklı koyu için tekrar açığa açıldığımızda Ayvalık’ın üzeride çakan şimşekler sert havanın haberini verdi. Karşımızdan gelen güçlü rüzgar ve dalgaya karşı zorlanarak 21. nm’de kıyıya ulaştık...

Güzel bir yemek ve gıda alışverişinin ardından İlker günün üçüncü macerasını aktardı. Gece yolculuğu...

Yarın uzun bir Edremit geçişimiz var. Eğer en uç nokta olan Maden adasına kadar gitmezsek sabah tekrar kötü havaya yakanacağız.

Güneş batmaya yakın çıktık yola...
Saat 23:30 a kadar ay ışığında kürek çektik.
Ağ atan balıkçıları şaşırttık...
Yeni güne tek mola hariç 12,5 saat boyunca 32 Nm (57 km) kürek çekerek girdik... Bu geceki uykumuza Ayvalık adalarından en kuzeydeki Maden adasına vuran dalga sesleri eşlik ediyor...

Hepimizin dünyanın daha güzel halini, mutluluğu, refahı, huzuru bulunduğumuzdan başka bir yerlerde aradığı mutlaka olmuştur. Daha farklı bir iş, kariyer, araba ya da ev, daha farklı bir şehir ya da ülke.
Bu resim de ailesi başka bir dünya arayan, kendi dünyası ise Midilli karşısındaki bir kıyıya dağılmış göçmen bir çocuğun hikayesini gördüm...

Çantanın kapalı kalmış küçük bölmesini açtığımda minik oyuncaklar buldum. İçine su doldurup üfleyince komik sesler çıkaran iki düdük, lastiğe sarılmış, yosunlaşmış bir kaç ponpon parçası, küçük plastik bir fener kapağı...


Özellikle uzun açık deniz geçişlerini çok iyi planlamaya çalışıyoruz. Edremit Körfezi geçişi de bunlardan biri. Meteorolojik veriler doğrultusunda saat 11:00 de başlayıp iki saat kadar azalacak rüzgarı fırsat bilerek 10:45 de küreği suya daldırdık. Başta zorlayan rüzgar, ilerleyen saatlerde azaldıysa da sancak baş omuzdan gelen ürpertici dev dalgaları altımıza alarak suda adeta kaydık. Pusula desteğiyle teyakkuz halinde 4 saate yakın sürede tamamladığımız 11 nm’lik geçişin ardından Kayalar Köyü altına yanaştık.

İki saat mola verdik ve güneş battıktan bir saat sonra günü 23 Nm (42 km) ile bitirdik. Günler sonra sıcak bir duş alabileciğimiz Sivrice’de bir otele yerleştik. İlker duşa, tuzdan adeta alçı gibi olmuş kostümü üzerinde olduğu gibi girdi. Ben ise suda o kadar kalmışım ki suyun sıcak mı yoksa soğuk mu aktığını bir süre anlayamadım.

Yarın 3 nm ile gidebilen kayağımızı, en iyimser haliyle cepheden 15 nm esen rüzgar bekliyor. Babakale, denizcilerin korkulu rüyası ve Poseidon’un uyumadığı yer! Ürpertici homurtusu buraya kadar geliyor...


Yanan sobanın başından kalkıp, buz gibi esen bir havada, ıslanacağınız bir denize açılmak ne kadar zor tahmin edin...

Necmettin Kaptan’ın ve bizi aileden biri gibi karşılayan ailesinin güzel temennilerini aldıktan sonra Sivrice’den yola çıktık. Yolda kaşılaştığımız Sahil Güvenlik botundan Babakale’de havanın coştuğu, limana sığınmamız gerekeceği uyarısını aldık.

Kuzey’e doğru dönmeye başladıkça rüzgar oldukça arttı ve Babakale Limanı’na eforlu bir giriş yaptık.
Limanda havanın bir miktar durulmasını umarak beklerken karşılaşabileceklerimize karşı bir sürü alternatif plan yaptık. Meteorolojik veriler doğrultusunda gün batımına doğru kürekleri elimize aldık.
Dalgaların üzerinde, bir yanımızda güneş denize batarken, diğer yanımızda dolunayın iki dağın arasından adeta güneş gibi yükselmesini izledik.

Gece seyrinin ardından 22:30 gibi Gülpınar balıkçı barınağına sıcak bir çay hayaliyle girdik. Tam balıkçı kahvehanesi açık diye seviniyorduk ki biz kıyıya yanaşır yanaşmaz ışıkları kapandı, sahibi traktörüne atlayıp bizi ıslak elbiselerimize esmeye başlayan rüzgar, yıkılan hayallerimiz ve etrafımıza toplaşan kedi ve köpeklerle başbaşa bıraktı.

Biz de kurduk çadırı kahvenin bahçesindeki metal tentenin altına. Yatmaya hazırlanırken hava tahminlerinin aksine rüzgar tekrar güçlenmeye ve üzerimizdeki tenteyi dahi sarsmaya başladı. Taki yağmur başlayana kadar. Bu gece uykumuza barınağın mendireğine çarpan güçlü dalgalar ve yağmurun sesi eşlik edecek...

Zorluk açısından, 3 açık deniz geçişine bedel Babakale burnunu nihayet döndük. Ama ne dönüş. Yolun başından beri ona göre plan yaptığımız Babakale’nin hava durumu, son bir haftadır Gülhun’un internette en çok “tıkladığı” yer oldu. Temkinli ve ürkek, kapısına dayandığımız Babakale, bize bu sefer de izin verdi. Şimdi ise, dolunayın ışığında karanlıkta girdiğimiz Gülpınar balıkçı barınağındayız...


Gülpınar balıkçı barınağının kahvehanesinin bahçesine kurduğumuz çadırı bizi merak eden emekli birkaç balıkçının meraklı bakışları arasında topladık. Kahvehane hala açılmadığı için kayağımızda olan yiyecekleri, etrafımızdaki kedi, köpeklerle de paylaştığımız mükellef bir kahvaltı ettik.

Babakale parkurunu bitirmenin güveni üzerimizde yola çıkmışken işimizin henüz bitmediğini hatırlatan bir rüzgarla karşılaştık... Saatte ortalama 1,7 nm hız ile neredeyse sürünerek 3 saat ilerledik ve fakat rüzgar kürekleri elimizden almak istercesine şiddetlenince kıyıdaki bir buğday tarlasının rüzgardan korunabileceğimiz bir köşesine sığındık.
Yokuş yukarı diye tanımladığımız bu yolculuğun en dik noktasına tırmanmakta olduğumuzu akıntı ve rüzgarın şiddetinden, belini güneye doğru bükmüş ağaçlardan, sahillerde oluşmuş kum tepeciklerinden anladık.

Rüzgarın sesinden birbirimizi dahi duyamadığımız o havada bir kaç saat dinlendik. Sıkıntıdan yediğimiz yemeği oturduğumuz yerden topladığımız rezene ile tatlandırdı.
Kuzey doğu’da toplanan kara bulutlar rüzgarın döneceği mesajını verince denize çıkacak konumu alıp beklemeye başladık. Ve gerçekten de 15 dk içinde rüzgar aniden karadan esmeye başladı ve biz hemen denize koştuk.

Bir miktar ilerledik, Tavaklı İskelesi’nde erzak eksiklerini tamamladık. Yine bir gece sürüşü ile Eski İstanbul Burnu’ndaki (Dalyan) balıkçı barınağına yanaştık. Bu sefer ilk iş kahvehaneye koştum. Kapatmasınlar diye... Kapıyı açınca hissettiğim sobanın sıcağı bugünün en güzel anıydı...
Zor hava koşullarında 14,5 nm kürek çektikten sonra çadırımızı barınağın bir köşesine kurduk. Bozcada ışıl ışıl karşımızda.
Güzel dostları görebilecek olmanın heyecanıyla uykuya dalıyoruz.

21:30’da Bozcaada’ya geçiş notasına ulaştık. En sevdiğimiz varil sobalı balıkçı barınaklarından biri; Dalyan balıkçı barınağındayız. Soba, Gülhun için yeniden harlandı. Ben geleneksel duble 3 adet çayı ardı ardına kafaya diktim, nefis tostlar ise cabası. Masamızda ise harika insan siyaset tarihi kitabı yazabilecek doygunlukta, Orhan Yılmaz abimiz. Yarın sabah erken kalkıp havaya yakalanmadan ada fenerine 4 millik yolculuğumuz olacak. Pazar akşamına ise adalı dostlara sunumumuz var...


Sabah ezanı ile birlikte Dalyan Balıkçı Barınağında kurduğumuz çadırımızın tentesinden birinin bizi dürttüğünü farkettik.

Sabah karanlığında bir kedi patisi bizi uyandırmak istemişti...
Ürkmekle gülmek arasında hızlıca toparlandık ve saat 06:00 da yola çıktık. Geçen yıl gece uyumadan kürek çekip gün doğumunda vardığımız Bozcaada’ya, deniz kabarmadan yine aynı saatlerde giriş yapacaktık.

Önünden büyük gemiler geçerken güneşin ilk ışıklarının yansıdığı Bozcada, görüntüsüyle bizi tekrar büyüledi...
Poyraz koyuna yanaşıp o ilk ışıklar altında kahvaltımızı yapıp adaya ulaşmanın keyfini çıkardıktan sonra merkeze doğru kürek çektik. Bizi bekleyen Bozcaada’nın değerli Belediye Başkanı Sayın Hakan Can Yılmaz’ın ve güzel dostlarımızın alkışları arasında karaya çıktık.
Salhane’de hikayemizi anlattığımız bir söyleşi yaptık...
Ve o saatten sonra kendimizi Bozcaada’nın güzelliğine kaptırıp günü toplam 8,5 Nm ile sonlandırdık...

Bozcaada bizi özlediğimiz dostların yanısıra, pekiştirdiğimiz ve yeni kazandığımız güzel dostlarla hep çok güzel karşılıyor.
Akşamı Ayazma Koreli Restaurant’ın şahane mezeleri ile taçlandırdık. Gece Belediye’nin konuğu olduk...

Ah Bozcaada, sen güzel dostları, özgünlüğü ile ne kadar büyülü bir yersin... Şimdi buradan ayrılıyor olmak ne kadar zor...


Bozcaada’yı tüm güzellikleriyle geride bıraktığımız bugün Ege’den Boğaz’a doğru yavaşça süzüldük. Boğaz’da dağ gibi gemiler sıra sıra yanımızdan tüm heybetleriyle gelip geçtiler.

Bozcaada’dan ayrılıp Yeniköy balıkçı barınağına 8 nm kürek çektikten sonra ulaştık. Kahvaltımızı Kaan Bey’in gece kanomuza bıraktığı lezzetli sandviçlerle yapıyoruz. Taşların üzerine kurduğumuz kahvaltıya balık tutan emekli beden eğitimi öğretmeni Bülent Bey de çaydanlığını alıp geldi... Sohbet muhabbet...
Birazdan Boğaz’a gireceğiz...

Günlerdir kötü hava şartlarında rüzgara karşı yol almışken bugün rüzgarsız tatlı bir havada 25 nm kürek çektik. Güzelyalı’dan sonra yavaşlayan hızımız Kepez’e gelince iyice düştü. Bunun uyarısını almıştık fakat öyle bir noktaya geldik ki deniz önümüzde fokurdamaya başladı. Kürek çeksek de bulunduğumuz noktadan
1 metre dahi ileri gidemediğimizi farkettik. Kıyıya yaklaşıp santim boyunda ilerleyerek tüm balıkçıların çok iyi bildiği o efsane noktayı bir miktar aştık ve rüzgara karşı sırılsıklam olduğumuz için fazla ilerlemeyip Kepez Balıkçılar Kooperatifi’nde günü sonlandırdık. Son gecemizi yine bir balıkçı barınağında kurduğumuz çadırda geçirmek istedik.
Kıyı boyunca gördüğümüz balıkçılar teker teker yanımıza geldi, hikayelerini anlattı, bizim hikayelerimizi dinledi, bize kol kanat gerdiler...

Sular, çaylar, ev yapımı şaraplar...
Gelibolu’da bir Kemal Karabulut reis vardır, biz daha Şarköy’deyken tersanesindeki sobayı yakar, çayı demler. Ağaç tekne ustası Kemal reis sosyal medya kullanmaz ama Çanakkale boğazının bir ucundan diğer ucuna adeta yetişir. Çayımız, yerimiz ve hatta kanvaltı, güneyden de gelsek hazır olur.

Yarın son günümüz. Saat 11:30 gibi Çanakkale Marina’ya giriş yaparak yolumuzu tamamlayacağız. Bir aksilik olmazsa çok sevdiğimiz Çanakkale Belediye Başkanı Sayın Ülgür Gökhan da bizi karşılayacak olması heyecanlandırıyor...

Yorumlar

Yorum Gönder